Türkiye, kendine en az güvenen ülkeler yarışması yapılsa muhtemelen şampiyonluğu hiç kimseye bırakmaz. Son bayrak olaylarını izleyince insanın aklına bir Çehov hikayesi geliyor. Olayların bizi anımsattığı o Çehov hikayesinde ufak tefek bir yolcuyla iri yarı bir faytoncunun ıssız ormanları geçerek yolculuk etmelerindeki maceralar anlatılır. Ufak tefek yolcu, iri yarı faytoncudan ürktüğü için kendisinin insanları nasıl asıp kestiğine dair, yol boyu yalanlar anlatır. Faytoncu bir ormanın en ıssız noktasında anlatılanlardan ürktüğü için durur ve firar eder. Türkiye, bu maceradaki garipliğe benzer işleri ne yazık ki gerçek hale getiriyor.
Aşırı milliyetçiliği hayata geçirerek Türkiyeyi boğmak isteyen Kızıl Elmanın provokasyonlarına düşmeye çok hazır bir duruş var. Türk Ceza Kanununda iki ay ceza biçilen bir eyleme, Türk Devleti en üst düzeyden başlayarak inanılmaz tepkiler gösteriyor. O tepki, toplumda belirli bir milliyetçi yansıma buluyor. Ancak, tepkinin muhatabı çıka çıka bir adamın yönlendirdiği söylenilen iki küçük çocuk çıkıyor.
Türkiye, gülüp geçeceği şeylere büyük tepki gösterirken, büyük tepki göstereceği şeylere de omuz silkiyor. Hırsızlık nedeniyle deprem yüzünden yıkılan kamu binalarındaki insanlar için ayağa kalkmıyoruz. Milyarlarca doların hortumlandığı bankalar için ayağa kalkmıyoruz. Sahte rakı ve sahte ballar için ayağa kalkmıyoruz ama, bayrağa yönelik bir provokasyonu çok çok ciddiye alıp, birden gerginleşebiliyoruz.
Ayrıca kendi bayrağımıza büyük hassasiyet gösterirken, başkalarının bayraklarını yakarken aynı duyarlıkta görünmüyoruz. Bu duyarlığımızı dünyadaki benzerleriyle kıyaslayınca da farklı bir resim ortaya çıkmakta. Örneğin Amerika, bayrağın vatandaşlar tarafından içselleştirildiğine karar vererek, bayrakla vatandaşın ilişkisini oluruna bırakmış gözüküyor. Örneğin bayrak yırtmaya hükümete karşı bir tepki yaklaşımıyla ceza da vermiyor.
Tüm bunların dışında Türkiyenin kendisine bu kadar özgüvensiz olması, iki küçük çocukla bir takım provokatörlerin oyununa bu kadar rahat gelmesi kendisiyle kolayca oynanabileceği hissini uyandırıyor. Üstelik bu his değil, galiba gerçek de.
İki çocuk mu bizi bölecek? (M. Altan)
on 26 Mart 2005
Blogger tarafından desteklenmektedir.
Yorum Gönder